Bu
yaxınlarda Erix Frommun “Psixoanaliz və Zen buddizm” kitabını oxuyub qurtardım.
Kitab Freydin psixoanalizləri ilə Zen buddizmi qarşılaşdırır və həmçinin zəmanəmizin
insanını təsvir edir. Kitabın ortalarından başlayaraq (sonlarına doğru daha
çox) Fromm öz təcrübələrindən və psixanaliz sistemindən danışmağa başlayır.
Kitabın mənim üstümdəki təsirini nəzərə alaraq, ordan götürdüyüm qeydləri
sizinlə də paylaşmaq istədim. Ancaq gərək türk dilində oxuya bilməyənlər məni
bağışlasın, çünki kitab türk dilindədir və mənim tərcüməçilik qabiliyyətimi
(oxu – qabiliyyətsizliyimi) nəzərə alsaq, kitabı tərcümə etməklə korlamaq istəmədim.
“...Bazı
dikkatli gözlemciler çağımızda bir bunalımın varlığıyla, bu bunalımın yapısı
konusunda tam bir uyuşma içindeler. “Huzursuzluk” , “çağın hastalığı” , “hayatın
donuklaşması” , “insanın otomatikleşmesi” , “insanın kendinden, çevresinden ve doğadan
yabancılaşması” olarak nitelendirilerek anlatılmaya çalışan işte bu bunalımdır.
Değer sırasında yaşama, mülkiyetten daha alt sıraya geçti, sahip olma var
olmanın üstüne çıktı. Batı kültürünün kökleri eski Yunan ve Musevi kökleridir.
Bu her iki kültürde de amaç insanı mükemmelleştirmekti. Günümüzün insanına
gelince, insanın mükemmelliği yerine maddesel şeylerin mükemmelliği, onların
nasıl daha mükemmel yapılabileceği konusundakı bilgiler başlıca ilgisini
oluşturuyor. Batılı insan duygulanmak yeteneğini tıpkı bir içe kapanık ruh
hastasında olduğu gibi yitirmiştir. Bu nedenle kuşkudan, ruhsal yıkıtnıdan ve
tasadan kendini kurtaramıyor. Hala mutluluk, bireycilik, özgür girişim gibi
ezberlenmiş basma kalıp lakırdılar ediyor, ama aslında hiç bir amacı yok. Niçin
yaşadığını, bütün bu çabalarının amacının ne olduğunu sorun bakalım. Yanıt
bulmakta güçlük çekecek. Bazıları çoluk çocuğu için yaşadıklarını söyleyebilir,
ötekiler yaşamın keyfini çıkarmaktan, bir başkaları para kazanmaktan söz
edebilirler ama gerçekte hiç kimse niçin yaşadığını bilmiyor: yalnızlıktan ve
güven yoksulluğundan kendilerini kurtarmaktan başka hiç bir dilekleri yok.
Bugün üyelik ödentisi veren kilise
üyelerinin sayısının gelmiş geçmiş her dönemden daha çok olduğu, din konusu
üzerine yazılmış kitapların en çok satan kitaplar arasına girdiği ve her dönemdekinden
daha çok sayıda insanın Tanrıdan söz açtığı bir gerçek. Ama bütün bu din alış
verişi yalnızca derinlemesine maddeci ve dine karşı olan bir tutumu gözlerden
saklamaya yarıyor. Bu tutum Nietzshenin ünlü “Tanrı öldü” sözlerinde dile
getirilmiş olan on dokuzuncu yüzyılın dine karşı olan eğilimine ideolojik bir
tepki olarak gelişen ve güvensizlikten kurtulma ve kurulu düzenle uyum içinde
olma isteminden nedenini alan bir davranış olarak değerlendirilebilir. İçten
bir dinsel davranış olarak hiç bir gerçekliği yok.”
“İnsan
kendi içindeki bilinçdışı güçlere üstün gelmek, onları denetim altına alabilmek
için öncelile onları farkedip, ayırt edebilmeliydi.”
“Yüzyılın
başında ruh hekimine gelen hastalar görünür hastalık belirtilerinden şikayeti
olan kimselerdi. Kolu felçli olan, ya da sudan, yıkanmaktan korkmak gibi
saplantıları olanlar ve bunun gibi kendilerini kurtaramadıkları başka
saplantılardan zorunlu olanlardı. Daha açıkçası hekimlerin kullandıkları
anlamda hastalığı olanlardı: normal diye adlandırılan kimseler gibi toplumsal
işlevlerini yerine getirmelerine hastalıkları engel olan kimselerdi. Bunlara
benzer şikayetleri olanların tedavi konusundakı düşünceleri de hastalık
konusundakı düşünceleriyle aynı doğrultudaydı. İstedikleri şey hastalık
saydıkları belirtilerden kendilerini kurtarmaktı: iyileşmekten anladıkları şey,
hasta olmamaktı. Onlar orta derecede sağlıklı bir kimse ne kadar sağlıklıysa, o
kadar sağlıklı olmak istiyorlardı: ya da belki şöyle de söyleyebiliriz,
toplumumuzda yaşayan sıradan kimselerden daha çok huzursuz, daha çok mutsuz
olmak istemiyorlardı.
Bunlar bugün de deva aramak için
psikanaliste başvuruyorlar ve onlar için psikanaliz, hastalık belirtilerinden
kurtulmalarını, toplum içindeki işlevlerini üstlenebilmelerini sağlayabilecek
bir tedavi yöntemidir. Ama bir zamanlar psikanalistin müşterilerinin
çoğunluğunu oluşturan bu kimseler şimdi azınlığa düşmüşlerdir. Belki bunların
sayısını eskisiyle karşılaştırınca salt sayı olarak bir azalma görülmeyebilir
ama toplum içinde görev yapabilen, genellikle kabul edilen anlamda hastalığı
olmayan, gene de yukarıda sözünü ettiğimiz “çağın hastalığından” , “huzursuzluktan”
, “içten içe donuklaşmadan” yakınan çok sayıda yeni tür hastayla
karşılaştırınca onlara oranla sayıları azalmıştır. Bu yeni “hastalar” sızlanma
nedeninlerinin tam olarak ne olduğunu bilmeden psikanaliste geliyorlar. Bunalım
içinde olmaktan, uykusuzluktan, evlilikte mutsuzluktan, işlerini sevememkten ve
bunlara benzer birçok güçlüklerden yakınıyorlar. Genellikle şu ya da bu belirli
güçlüğün tek sorunları olduğunu ve eğer o güçlüğü yenerlerse sorunlarının
çözümleneciğini sanıyorlar. Gerçekte bu hastalık sorunlarının bunalım, ya da
uykusuzluk, evlilikteki, işlerindeki falan sorunları olmadığını anlayamıyorlar.
Bu çeşitli yakınmalar aslında şöyle ya da böyle belirli bir güçlükten sızlanan
çeşitli kismelerin kültürümüzün izin verdiği oranda açıklayabildikleri çok daha
derinde yatan bir şeyin bilinçlerine ulaşabilen dış görüntüleridir.
Yakınmaların gerçek ortak nedeni, insanın kendinden, çevresindeki insanlardan
ve doğadan yabancılaşmasıdır: Yaşamın parmaklarının arasından kum gibi akıp
gitmekte olduğunun: yaşamadan ölüp gideceğinin, bolluk içinde yaşanan yaşamın
bile sevinçten, kıvançtan yoksun olduğunun farkına varmış olmasıdır.”
...ardı növbəti
yazıda...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder